Logo

OMAY DIGITAL

Yükleniyor...

Sessizliğe Yakınlaşmak: Gürültüde Kaybolan Benliğimiz

Sessizliğe Yakınlaşmak: Gürültüde Kaybolan Benliğimiz

5 dk okuma

11 Temmuz 2025 | Farkındalık & Düşünsel Yazılar

Giriş: Sessizlik, Neden Bu Kadar Rahatsız Edici?

sessizlik görseli

Modern yaşamın temposu, durmayı unutturacak kadar hızlı. Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor; boşluk hissi, artık rahatsız edici bir arıza gibi algılanıyor. Sanki hiçbir şey yapmadan geçen bir dakika, boşa harcanmış gibi. Kulaklarımız her an bir sesle dolu olmalı: bir podcast, bir video, bir bildirim… Sokakta yürürken bile kulaklık takıyor, kalabalıklar içindeyken bile kendimizi dış uyaranlara bırakıyoruz. Sessizlik, neredeyse yok sayılıyor; hatta tehlikeli bir yalnızlıkla özdeşleşiyor. Ama neden? Neden birkaç dakika hiçbir şey yapmadan oturmak bu kadar rahatsız edici? Sessizliğin kendisi mi korkutucu, yoksa onun bize sunduğu içsel yansımalar mı? Çünkü o anlarda zihnin sesi yükseliyor: bastırılmış duygular, çözülmemiş sorular, ertelenmiş kararlar yavaş yavaş yüzeye çıkıyor. Ve bu sesler çoğu zaman tanıdık değil, konforlu hiç değil. İşte tam da bu yüzden sessizlikten değil, onun içinde yüzleşmek zorunda kaldığımız kendimizden kaçıyoruz.

Zihnin Gürültüsü: Düşüncelerle Yüzleşmek Neden Zor?

zihin görseli

Sessiz bir ortamda kaldığımızda çoğu zaman huzur değil, tanımlanması zor bir huzursuzluk hissederiz. Sanki odanın içinde görünmeyen bir uğultu vardır; dışarıdan hiçbir ses gelmese de içeride bir şey susmaz. Bu huzursuzluğun kaynağı dış dünya değildir aslında; içimizde yıllardır birikmiş, ama üzerine hiç oturup düşünmediğimiz, bastırılmış düşüncelerin, duyguların ve korkuların oluşturduğu zihinsel gürültüdür. Günlük yaşam, bu gürültüyü bastırmak için neredeyse kusursuz bir sistem sunar bize. Bildirimler, sosyal medya akışları, arka planda çalan müzikler, boş zamanları dolduran diziler, yapılacaklar listeleri… Hepsi birlikte çalışarak zihinle yüzleşmeyi ertelememizi sağlar. Oysa fark etmeden bu alışkanlıklar birer kaçış mekanizmasına dönüşür. Bir şeylerle meşgul oldukça, düşünmek zorunda kalmayız. Ve bu bir “konfor” haline gelir. Ama o konfor, sessizlik anlarında parçalanır. Zihnin üzerini örten sis perdesi çekildiğinde, geriye sadece sen ve iç sesin kalır. İşte o zaman, belki de ilk kez duyarsın: “Ben gerçekten mutlu muyum?”, “Yaptığım seçimler benim mi, bana öğretilenler mi?”, “Bu hayat, bana ait bir yaşam mı yoksa başkalarının beklentilerini mi yaşıyorum?” Bu sorular, birer bilgi değil; ruhsal yankılardır. Çünkü düşünceler yalnızca mantıkla değil, aynı zamanda duyguyla birlikte akar. Bu yüzden rahatsız edicidirler; çünkü bizi sadece akılla değil, kalple de yüzleştirirler. Birçok insanın sessizlikten kaçmasının nedeni budur: zihninin karanlık köşelerinde yıllardır susturulan seslerin tekrar konuşmaya başlaması. Bu sesler sadece sorular değildir; bazen pişmanlıklar, bazen özlemler, bazen de adını bile koyamadığımız boşluklar şeklinde karşımıza çıkar. Ama bu sesleri bastırmak yerine dinlemeye başlamak, cesur bir eylemdir. Herkesin yapmaya yanaşmadığı, ama gerçekten kendini tanımak isteyenlerin geçmek zorunda olduğu bir eşiktir bu. Ve o eşiği geçtiğinde, zihinsel gürültünün altında yıllardır bekleyen bir şeyle karşılaşırsın: kendi öz sesin. Toplumun, ailenin, arkadaş çevrenin değil; sana ait, senin frekansında bir benlik sesi. İşte sessizlik bu yüzden değerlidir. Yalnızca bir huzur alanı değil, aynı zamanda kendine açılan bir kapıdır. Ve o kapıdan geçmek, her şeyin başladığı yere kendine geri dönmektir.

Kendinden Kaçmak: Meşguliyetin Arkasına Saklanan Benlik

meşguliyet görseli

Bugünün dünyasında meşgul olmak bir meziyet gibi sunuluyor. Takvimimiz doluysa, yapılacaklar listemiz uzunsa, sabah akşam bir şeylerle uğraşıyorsak kendimizi “değerli” hissediyoruz. Oysa çoğu zaman bu meşguliyet, üretmekten çok kaçmaktır. Kendi içimize dönmemek için kurduğumuz bir savunma hattıdır. Her an bir işle, bir planla, bir hedefle meşgulsek, kendimize hiç durup da “Ben gerçekten ne hissediyorum?” diye sormayız. Çünkü bu soru çoğu zaman konforlu bir cevap getirmez. Kendinden kaçmak, günümüzde büyük ölçüde sistematik hale gelmiş bir davranış. Bunun adına “verimlilik” diyoruz, “koşuşturma” diyoruz, “hayatın telaşı” diyoruz. Ama çoğu zaman alt metni şudur: Düşünmeye fırsatım olmasın. Yalnız kalırsam, o hiç susturmadığım düşünceler başımı ağrıtır. Yüzleşmek istemediğim şeyler gün yüzüne çıkar. Belki yıllar önce verilmemiş bir karar, belki ertelenmiş bir hayal, belki de kabullenilmemiş bir kırılma… Bunlarla karşılaşmak istemediğimiz için kendimizi hep bir “şeyin” peşinden koştururuz. Dikkat edersen, birçoğumuz boşluk anlarında hemen bir şey izleme, dinleme veya yazma ihtiyacı hisseder. Çünkü boşluk, zihinsel aynaları açar. Ve o aynalarda gördüğümüz şey, bazen alıştığımız “benlik imajı” değildir. Oysa bu aynalara bakmadan gerçek bir dönüşüm mümkün olmaz. Gerçek gelişim, kendini avutmayı bırakıp kendine dürüstçe bakmakla başlar. İşte bu noktada sessizlik artık bir tehdit değil, bir kapıdır. Meşguliyet, sistemin sunduğu en güzel kılıf olabilir. Ama gerçekten yaşamak istiyorsak, bir noktada bu kılıfı çıkarmamız gerekir. Çünkü insan yalnızca dış dünyada değil, kendi içinde de yol alabilme

Sessizliğin Kıyısında: Kendine Açılan Kapı

sessizlik kapı görseli

Sessizlikten korkmak, aslında kendinden korkmaktır. Çünkü sessizlik sadece seslerin yokluğu değil; zihnin, kalbin ve bedenin aynı anda sustuğu o nadir anlarda ortaya çıkan bir aynadır. Ve bu ayna, çoğu zaman görmek istemediklerimizi gösterir bize: bastırdığımız duygular, cevapsız bırakılmış sorular, ötelenmiş hayaller, yüzleşilmemiş kırgınlıklar… Sessizlik, dış dünyanın değil, iç dünyanın yankılarını yükseltir. İşte bu yüzden sessizliğe gömülmek değil, sessizliğe tahammül etmek zordur. Ama sessizliğe girmek, bir çöküş değil, bir uyanıştır aslında. Herkesin gürültüde kaybolduğu bir dünyada, sessizliğe sığınmak başlı başına bir devrimdir. Ve bu devrim dışarıya değil, içeriye doğrudur. Reklamların, içeriklerin, sürekli üretme baskısının tam tersine… Sessizlik, hiçbir şey olmakla, her şeyi hissedebilmek arasındaki o hassas çizgide yer alır. Kendinle baş başa kaldığında fark edersin: Koşuşturma, kalabalıklar, hedefler arasında üstünü örttüğün şeyler var içinde. Belki uzun zamandır dinlemeyi bıraktığın bir çocuk, konuşmayı unuttuğun bir benlik… Sessizlik o kadar şey getirir ki yanında, aslında kaybettiğini sandığın parçaları bir bir iade eder. Öz benliğini, iç sesini, unuttuğun ihtiyaçlarını… Sessizlik, sana bir şey eksiltmez; aksine seni yeniden tamamlar. Ve belki de asıl soru artık şu olmalı: Sessizlikten kaçmak yerine, ona doğru yürümeyi göze alabilir misin? Gürültünün içindeki "sen" değil de, sessizliğin içindeki "sen" ile yüzleşmeye hazır mısın? Çünkü o kapının eşiğinde seni hiçbir kalabalık beklemiyor. Ne onaylayanlar var, ne alkışlayanlar. Orada yalnızca bir kişi var: Sen. Ve belki de tüm hayat, onunla tanışmak içindi.

Etiketler:
farkındalık sessizlik modern yaşam zihinsel yorgunluk kişisel dönüşüm kendinle yüzleşmek meşguliyet öz benlik
Bu Yazıyı Paylaş
Yorumlar (1)

Aysun ertural - 13 Temmuz 2025 16:32

Ne kadar doğru.. Yazınızı çok beğendim. Bazen kaçmak iyi hissetiyor ama her zaman doğru tercih olmuyor.

Yorum Yap
E-bültenimize abone olun